Ürdün’de ben 4’cü sınıfta iken annem ve kardeşime ile beraber Hristiyan köye taşındık.
Okula giderken yolda çocuklar kardeşime ve bana taş attılar ‘muslumanlar! muslumanlar!’ diye. Annem bizi alıp muhtara gitti ve olayı anlattı.O gün köylüler şarap yapıyorlardı. Üzümü ezmek gerekiyordu ama sadece bakire kızlar yapabiliyorlardı. Bu sefer müslümanlar olmamıza rağmen kız kardeşim ve ben Hıristiyan çocuklar ile üzümü beraber ezdik.
Yaşadığımız evin etrafında şeftali çiftliği vardi. Evin etrafında kocaman bir bahçe vardı. Evin çevresinde olan şeftali ağaçları mahsulünü biz alıyorduk, diğer şeftali ağaçlarını bir çiftçi topluyordu. Fark ettiğim sezon boyunca kuru otları yakıyorlardı. Bir gün birkaç arkadaşlarla otu biz de yaktık ama tabi bilmiyoruz ki etrafında toprak ile sınır yapıyorlar ki ateş başka bir yere dağılmasın diye. İşte o gün 10 tane ağacı yaktık! Ev sahibi delirdi ‘öldüreceğim O Çocukları’ diye bağırıyordu ve annem bizi sakladı, adam o kadar sinirliydi ki! Zor bir ders oldu ama ondan sonra bahcede olan her şeyi once öğreniyordum sonra yapıyordum.
Bahçede Annem bir sürü şeyler ekti; bir sürü sebzeler ve çiçekler. O zamanlar anneme dikkat İle de izlerdim ve yardım ederdim. Yıllar sonra ben ormana taşınırken yavaş yavaş eski bilgileri ve yeni bilgileri harmanlamaya ve öğrenmeye başladım.
Hristiyan bir okula gitmemizi annem seçti çünkü daha erken İngilizce ve Fransızca dersleri oluyordu, diğer okullarda daha geç veriliyordu. Fransızca dersleri Papaz veriyordu. Papaz sınıfa gelince ‘bonjour les enfants’ derdi biz çocuklar cevap veriyorduk ‘bonjour pape’ diye. Bir gün hoca değişti ve Lübnanlı bir kız veriyordu. Geldigi ilk gun sınıfa girdi ve aynen ‘bonjour les enfants’ dedi cocuklar olarak biz ayni cevabi verdik ‘bonjour pape’! Ogretmen gulmekten nerdesye agladi.
Evin yanında kocaman bir meşe ağacı vardı, 100 yıldan daha eski bir ağaç, o kadar ki altında piknik yapardık ve güneş almasın diye en az dört tane araba park edebiliyordu.
Kardeşim ve ben o küçük çadırlarımızla ağacın altında çadırları kurardık. Lazım olacak yatak, battaniye, oyuncaklar koyardık ve ısrarla anneme ‘biz bu gece burada yatacağız’ derdik, annem de iyi olur derdi. Gece olunca dışardan hayvanların seslerini duyunca koşarak eve dönerdik.
Evde bir papağan vardı. Annemin araba tamircisi Türktü ve onlar Türkiye’ye gidince papağanı bize verdiler. Birisi eve girince yada papağan sinirli olunca ‘ siktir git! siktir git!’ diye bağırıyordu! Neyseki bize gelen misafirler Arap oldukları için anlamıyorlardı.
O zamanlarda Türkiye taşınma fikri annemin aklında vardı. Ama biz çocuklar bunu bilmiyorduk. Annem ile babam ben 2 yaşında ayrıldılar. Ve bir erkek eğer bir kızı var ise 15 yaşında kimseye sormadan alabilirdi. Annem yaşamı boyunca erkil baskısına maruz kalmış ve direnmişti ama yine de kötü bir tecrübesi vardı. Babamdan önce evlenmişti ve benden 15 yaş büyük bir ablam vardı. Annem babam İle evlenince ve annem benimle hamileyken eski kocası ablamı kapıdan alıp Suudi Arabistan götürdü ve ben ablamı 20 yaşında görebilirdim. Annem asla bir kere daha olmasın diye ben 15 yaşımdan önce ülkeden çıkmamız gerekiyordu.
Anneannem Türk olduğu için çocuklarına kaydetti Türk elçiliğine. Böylelikle çocukların Türk kimlikleri vardı. Annem öğretmen olduğu için yazın okullar üç ay tatil olur. Tatil olur olmaz annem ve kız kardeşlerimle beraber arabaya atlardık. annem Amman’dan İstanbul’a kadar araba kullanırdı. O seyahatler o kadar keyifliydi ki onun hatıraları hala aklımda var.
Annem gündüz kullanırdı. Akşam üzeri biz neredeyiz bir otel bulur ve kalırdık. Sabah erken kalkıyorduk, etrafı geziyorduk sonra tekrar yola çıkıyorduk. Bir gün, otobanda gidiyoruz gidiyoruz gidiyoruz ve gece olmak üzere ve kalacak bir yer henüz görmedik. Annem yoruldu, bir benzin istasyonunda girdik, kimse yok. Arabayı park ettik ve garaja lazım olan şeyleri kitledik, arabayı iyice duvara yasladık ve uyuduk. Sabah bir adam pencereyi tıkladı elinde bir tepsi üstünde çay ve poğaça ile bizi ikram etti sonra bize ‘yolunuz açık olsun’ diye veda etti.