20 Ocak 2011 Perşembe

bir yaprak nane


Bir tutam taze nanenin atıldığı bir kap çay. Cam ama ince belli olmayan bardak. Beyaz peynir (Hellim gibi ama değil, kaynamış peynir), zeytin yağı ve biraz kekik. Bu maddelerin bir araya gelmesi ile oluşan reaksiyon bir zaman makinası görevi görerek dosdoğru çocukluğuma döndürüveriyor. Kapının önündeki asmalı çardaktan üzümler sarkar. Akşam üstleri güneş batmaya çeyrek kala çardağın altı yıkanır, günün son sıcaklığı ile buharlaşan sular avluyu serinletir. Minderler dışarı çıkar. Taze toplanmış üzümler, incirler bir güzel yıkanır. Tuzlu kavrulmuş İran malı koca karpuz çekirdekleri ve kabuklu bademler cam bir kaba konur. Nargile kurulur. Komşular ufaktan damlamaya başlar. Kimi elinde tepsisi ile gelir, üstünde şişko çay danlığı, cam bardakları ve taze nane yaprakları ile, kimi Daffe (Batı Yaka, yani Filistin)'den taze gelen guafalarını getirir. Ortalıkta kokular birbirne girer, taze nane, akşam kokusunu salan yasemin, kırmızı topraktan buharlaşan suyun kokusu. Minderlerde uzanır yarım kulakla annem ile komşu kadınların sohbetini dinlerdim. Bir yandan etraftaki bilimumum lezzeti tıkabasa sömürür asmadaki salkımları izler ne zaman olcaklarını düşünürdüm. Ben hep siyah üzümleri, siyah incirleri, siyah zeytinleri, siyah dutları sevdim. İlkokuldaki siyah dut sevdasına Papazın bahçesindeki dutun üstünde adete dut gibi yakalanmışlığım bile var. 9 yaşında idim o zaman. Bir Rum Katolik okulundaki tek müslüman çocuktum, din derslerine alınmamak demek olduğu sürece çok işime geliyordu bu müslüman olmak. Demek ki müslümansan din dersine girmek yerine duta tırmanabilirdin ama hiristiyan Papazına yakalanmasan iyi olurmuş. Müslüman dediğin dutta Papaza yakalanmaz. Gününden belliymiş müslümanlık kariyerimin dut olacağı.