22 Kasım 2010 Pazartesi

Şam yollarından seçmece notlar


Halep sokaklarının labirentinde dolaşmak zamanda yolculuk yapmaya benziyor. Daracık koridoların oluşturduğu arnavut kaldırım taşlı sokaklara açılan minicik kapılar içerdeki hayatları hayal etmeye itiyor beni. Siyah metal işlemeli kapıların insan eli şeklindeki tokmakları ince bir işçiliğin eseri. Kapıyı çalıp tanrı misafiriliği yapsam, bana çay ikram etseler, evin içine görsem diye geçiriyorum aklımdan. Kapıların ardındaki avluya açılan odaları, avludaki fiskiye ve yasemenleri görmek istiyorum. Neyseki akşam yemeğini bu sokaklarından birindeki lokanta olarak hizmet veren bu evlerden birinde alıyoruz. Merakım inceden de olsa gideriliyor.



Çirkin binaların ve gürültülü sokakların olduğu caddedeki bir hanın içinden geçerek bir arka sokağa geçiyorum. Bu sefer de İtalya'da bir meydana ışınlanıyorum. Bir Mornite bir Rum Katolik ve bir Ermeni kilisesinin karşılıklı durdukları bir meydanda buluveriyorum kendimi. Meydanın ortasında St. George'un bir heykeli dururyor. Klisenin iki kulesinin tam ortasında dolunay parlıyor. İçeri giriyorum. İçerde ayin yapılıyor. Sırada dizili Hiristyanlar tek bir ağızdan Arapça ilahi söylüyor. Karşıda papaz beyazlar içinde elinde bir buhurluğu sallıyor. Köşedeki kadınlar mum dikiyor.

Ordan çıkıp yan kliseye giriyorum. İçerdeki avluda fiskiyenin etrafında 3lü koltuklarda beşerden minicik yaşlı kadın oturuyor. Kekler, çaylar gidip geliyor. Çocuklar ortalıklarda koşturuyor. Yaşlı kadınlar kıkır kırkır Papazla şakalaşıyor. Hepsi şenşakrak. Hepsinde bir süs püs, ayin yeni bitmiş sonrasının kakara kikirisinde herkes. Bir kadın gelip benimle kırık bir Türkçe'yle sohbet ediyor. Ermeni. Avucumun içine topladığı yasemenlerden bir kaçını sıkıştırıyor. Bir diğeri kek ve çay ikram ediyor.

Hama'dan sadece geçiyoruz. Sokaklar bomboş. Dükkanlar kapalı. Bayramın hiç bir günü çalışılmıyor. Şehrin tam ortasında bir cami var. Bahçesi mahşer günü. Çocuklar, kadınlar, mısırcılar, baloncular ama bir gariplik var. Bütün kadınlar tepeden tırnağa kapalı. Yüzleri bile. Küçücük kızlar bile. Camiye girmek için örtünme zahmetine bir kere daha katlanasım gelmiyor, onun yerine otobüsün yanında bir sigara tüttürüyorum. Mavi eşofman üstü giymiş ve tazecik tecavüz suçundan bir şekil firar etmiş bir tipleme durup beni göz hapsine, tabiri caiz ise göz tecavüzüne tutuveriyor. Önce dik dik bakarak "Ne bakıyorsun" manasında bir harekkette bulunmanın faydasını alamamanın dehşeti ile otobüsün içine kaçıyorum. O da yetmiyor, yere otururyorum. Tip kapıdan içeriye kafayı uzatıp bakıyor. Kapıyı kapatıp bekliyoruz. Bir an önce uzaklaşıyoruz.

Bu arada 80lerde Hama'da Müslüman Kardeşler adlı lanet kuruluyor ve rejimi ele geçirerek şeriat devleti kurmak üzere askeri üse saldırıp 20 askeri öldürüyor. Olay Hafız Esad döneminde gerçekleşiyor. Esed'in yanıtı net: havadan ve karadan saldırı ile 1 günde 20,000 kişi hayatını kaybediyor. Şehrin bir girişine bir çıkışına olmak üzere iki adet Esad heykeli dikiliyor ve mevzu süresiz kapanıyor. Bana kapanmış gibi gözükmüyor pek, potansiyel olarak oracıkta duruyor. Havadan gelen çözümler ufuk genişletmiyor sadece kelle uçuruyor; yerine aynısı aynen yeniden geri türüyor.

Seyyide Zeynep'ın kubbesi ve kapıları saf altın. Caminin iç duvarlar yerden tavana ayna işçiliği ile kaplanmış. Kadınlar bölümü can pazarı. Kapıda siyah çarşaflara sarılsam da arkamdaki logodan kapalı olmadığım anlaşılıyor. İtiş kakış mahşer günü ezilme tehlikesini göze alarak dalıyorum içeri. Hüseyinin kafasının gömülü olduğunun söyendiği bir türbe var binanın içinde kadınlar ona dokunmak için birbirlerini eziyorlar. Getirdikleri bebek kıyafetlerini ona sürtüyorlar. Kimi namaz kılıyor, kimi hüngür hüngür ağlıyor. Birbirlerine küfr ediyorlar saçımı çekiştiriyorlar. Elimdeki ayakkabıma işaret edip Haram! Haram! diye bağırıp beni itiyorlar. Can havli ile kendimi dışarı atıyorum. Dinlerden bir kez daha nefret ediyorum.

Zenobia Roma imparatoruna kafa tuttu. Palmira'dan çıkıp tüm Şam'ı , Arap yarımadasını ve hatta Mısır'ı işgal etti. Resiminin olduğu para bastırdı. Palmira Hadria'nın eline düşünce de kendini zehirledi. Tapınıkları, agorası ve ilk vergi yasası yazıtları, tetrapilon ve sütunlu yolları ile Palmira nefes kesen bir vaha. Zeytin ve hurmalarının lezzeti de tarif edilmenin ötesinde.

Günde 3 öğün humus yemeye ve naneli çay içmeye özen gösteriyorum. Bu toprakların kokusunu ve tadını seviyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder